ALLAH’A İMAN İBADET ETMEYİ GEREKTİRİR

         Bizi mahlûkâtın en şereflisi olarak yaratan ve yaratılışın en mükemmeli olarak, yokluk sahasından varlık sahasına çıkararak ahsen-i takvim suretinde yaratan Hâlık-ı Zü’l-Cemâl olan Allah’a niçin kulluk görevimizi yerine getirmeyelim?

         Beni hayvan yapmamış, ağaç yapmamış, ot yapmamış, taş yapmamış; insan suretini vermiş, (mü’minler arasında ) bir mü’min anne ve babadan meydana getirmiş olan Yüce Allah’a hadsiz şükürler olsun ki O’na iman etmeyi de bizlere nasip etmiş.

         Hem vücudumuzun her bir azası, ellerimiz, ayaklarımız, gözlerimiz, kulaklarımız, kalbimiz vs. bizlere nereden geldi dersiniz? Yoksa her birini marketlerden, kasaplardan mı aldık? Elbette ki hayır… Öyleyse, bize bunları hediye olarak veren zatı tanıyıp onun marziyatını, isteklerinin neler olduğunu öğrenip ona göre bir yaşam tarzı sunmamız gerekmez mi? Bizlere birisi değerli bir hediye; mesela son model bir mercedes araba verse, ne yaparsınız? Ona hiç teşekkür bile etmeden, sanki size onu vermek zorundaymış gibi düşünüp o arabayı alıp arkanıza bile dönüp bakmadan oradan çekip gider misiniz? Madem ki bizlere hediye veren kişiye teşekkür etmek insaniyetin bir gereğidir; bize bütün bu vücut azalarımızı veren, bitkileri, hayvanları; dünyayı, yıldız ve gezegenleri de bizim emrimize sunan, bizlere hediye eden Cenab-ı Hakk’a karşı bir yaratılış borcumuz olmalı değil mi sizce? Bunca şeyleri bize ihsan edenin Allah olduğunu kabul ediyorsak yani ona iman etmiş isek O’na karşı bir teşekkür borcumuz var demektir.

         “Sizi terbiye eden ve büyüten O’dur.Sizin mürebbiniz O’dur.Öyle ise siz de O’na ibadet etmekle abd (kul) olunuz.”

         Yani sizin terbiyeniz Rabbinizin elinde olduğundan, daima Ona muhtaçsınız ve terbiyenize lazım olan bütün gerekli şeyleri size veren O’dur. O’nun o nimetlerine bir şükür lazımdır. Şükrün bir çeşidi de ibadettir.

                     İBADET NEDİR?

         İbadet, kulun Cenâb-ı Hakk’ın huzuruna durup kendi kusurunu, acizliğini ve fakirliğini görerek terbiye edici olan Allah’ın (cc) mükemmelliği ve sonsuz gücü ve rahmetinin önünde hayret ve muhabbetle serfüru ederek secdeye kapanmaktır.

         İbadetin ruhu ihlastır. İhlas ise yapılan ibadetin yalnızca emredildiği için yapılmasıdır. Eğer başka bir hikmet ve bir faide ibadete asıl sebep olarak gösterilse o ibadet batıldır, geçersizdir.

         İbadet, insanın fikirlerini, her şeyi sanatlı ve hikmetli olarak yaratan Allah’a çevirmek içindir. Kulun Allah’a yönelmesi ise O’na itaat ve bağlı olmasını gerektirir. İtaat ve bağlılık ise kulu mükemmel bir düzen içerisine sokar.

          İbadetlerde sırf Cenâb-ı Hakk’ın emir ve rızasını gözetmemiz gerekmektedir. Hangi ibadeti yapıyor olursak olalım, kalbimiz, aklımız ve fikrimiz, kendisine ibadet edilene yönelmelidir. Kalp, akıl ve fikrimiz O’na yöneldiğinde ise O’nun huzurunda olduğumuzu düşünerek ibadetlerimizi yerine getirmemiz halinde Allah’a olan itaat ve bağlılığımız kuvvetlenecektir.

         Namaz ibadetinin belirli zaman dilimlerinde yerine getirilmesi, oruç ibadetinin yine periyodik olarak belirlenmiş zamanlar içerisinde yerine getirilmesi, bizim diğer dünyevi işlerimizin de bir düzen içerisinde yürümesine örnek olacaktır.  Böylelikle bütün bir ömrümüz bir düzen içerisinde O’nun izni dairesinde devam edip gidecektir.

         Şunu ifade edelim ki her şeyi sanatlı bir şekilde ve hikmetle yaratan Allah’ın yüceliğini zihinlerde yerleştirmeden Cenab-ı Hakk’ın emirlerine ve nehiylerine itaat ve bağlılığı yerleştirmek mümkün değildir. Her şeyi sanatlı olarak yaratan Allah’ın azametini kalplere yerleştirmek, iman esaslarının kalplere nüfuz etmesiyle ancak mümkün olabilir. Bu imani hükümlerin tahkik seviyeye çıkarılmasıyla da yaptığımız ibadetlerden alacağımız manevi haz ve lezzet de o nispette artacaktır.

         İbadeti genel anlamda iki ana grupta toplamamız mümkündür :

         a)Müsbet ibadet

         b)Menfi ibadet

         Şimdi bu müsbet ve menfi ibadetten maksat neler oldukları üzerinde duralım:

         MÜSBET İBADET

        Müsbet ibadet denildiğinde namaz niyaz gibi malum, herkes tarafından bilinen ibadet türleri akla gelir. Yani namaz, oruç, hac ve zekat ibadetlerinin yanı sıra dua etmek, Kur’an-ı Kerim okumak, iyilikte bulunmak, yardıma muhtaç duruma düşmüş olan kimselere maddi ve manevi olarak destek olup arka çıkmak, maddeten ve manen cihad etmek gibi daha nice sayabileceğimiz ibadet türleri de müsbet ibadet olarak ifade edilebilir.

          Pozitif ibadet olarak da ifade edebileceğimiz müsbet ibadeti yaptığımızda  Allah (cc) direkt olarak hatırlara gelmektedir.İbadet eden kişiyi hiçbir olumsuz durumla karşı karşıya bırakmayan bu müsbet ibadetler neticesinde ilahi mükafat olarak sevap verilir.

 

            MENFİ İBADET

         Menfi kısım ibadet, hastalıklar ve musibetler olup, musibete uğramış kişilerde zaaf ve aczlerini hissettirip sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Allah’a sığınırcasına yönelip, O’nu düşünüp, O’na yalvarıp halis bir kulluk yaptırır. Bu tarz bir ubûdiyete riya giremez, halistir. Eğer kişi musibete karşı sabretse  ve musibetin mükâfâtını düşünse, şükretse, o vakit her bir saati bir gün ibadet hükmüne geçer. Kısacık ömrü kârlı ve uzun bir ömür haline gelir.

         Negatif ibadet olarak da ifade edebileceğimiz bu ibadet türünde ise musibetler ön planda oldukları için direkt olarak Allah (cc) akıllara gelmez. İmanını tahkik seviyeye çıkarmış olan mü’min bu musibetlerin arkasındaki ilahi rahmeti hemencecik görüp şikayet etmek yerine şükredecektir.

         Bu hastalık musibetini veren Allah’tır. Bizim üzerimizde ŞAFİ ismini tecelli ettirmek için bizi halden hale sokar ve bizi imtihan eder. Eğer bu acı ve ızdıraplara karşı  ah vahlar etmeyip sabır içinde şükretsek o vakit bu sıkıntılı zamanlarımızın her bir dakikası ibadet hükmüne geçer. Yoksa kişiyi Allah’a yaklaştırmak yerine ondan uzaklaştırmaya sebep olur. Benim ne suçum vardı da bütün bunlar benim başıma geldi diyerek, musibetin arkasındaki Rahmet-i İlâhiyeyi göremez.

         Mesela, deprem, sel felaketi gibi afetlere maruz kalmış insanlar bu gibi durumların tabii hadiseler olduğunu, kendi kendine meydana gelen şeyler olduğunu düşünmeleri yanlış bir tutumdur. Zira hiçbir şey kendi kendine meydana gelebilir mi? Okumakta olduğunuz şu ifadeler, kelimeler kendi kendine mi yazıldı dersiniz? Madem ki kendi kendine meydana gelmesi imkansızdır, öyle ise  bütün bu varlıkları meydana getiren perde arkasında bir elin olduğunu yani  Allah’ın varlığını kabul etmeliyiz.

         Bu deprem ve sel gibi doğal afetler biz insanlar için birer imtihan vesilesidir. Bu musibetlerin arkasındaki Rahmet-i İlâhiyeyi görmeye çalışmalıyız. Böylelikle acz ve fakrımızı hissedip O’na hakiki bir kul olmak için gayret göstermemiz gerekir. Cenâb-ı Hakk bizleri afetlere maruz bırakmakla kulluk görevimizi dolaylı olarak ikaz etmektedir.

 

Ahmet BOZKURT