BU KAİNAT ALLAH’IN ESERİDİR

         Yüce yaratıcının KÜN emrine mahzar olan ilk madde ile içerisinde bulunduğumuz evren meydana getirilmiştir. Bu öyle bir varoluş ki yokluk sahasından varlık sahasına geçiştir. İmam-ı Gazali’nin ifade ettiği gibi: leyse fil-imkan ebde’ü min ma kane. Yani imkan dairesi içerisinde bundan daha mükemmeli olamaz ve söz konusu bile değildir. Öyle ki şurası da böyle olsaydı diyebileceğimiz tek bir kusur bile gözükmemektedir. Bu durum Mülk Suresi’nde şu şekilde dile getirilmektedir :

        “O yedi göğü, birbiri üzerine yarattı. Rahmân’ın yaratmasında bir aykırılık, uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görüyor musun?

         Yine devamında bu durumu te’kit etmektedir:

          "Sonra  gözünü tekrar tekrar çevir (bak). Göz, (aradığı bozukluğu bulmaktan) aciz ve bitkin bir halde sana geri dönecektir.”

         Böyle muhteşem bir şekilde donatılmış ve tezyin edilmiş ve hiçbir eksiği bile bırakılmamış olan kâinatın sahipsiz olarak meydana gelmesinin imkansız olduğunu aklı başında olan herkes tasdik eder.

      Bir köy muhtarsız olmaz, bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz, bir harf katipsiz olamaz; biliyorsun. Nasıl oluyor ki nihayet derecede bir düzen içerisinde olan şu kâinat sahipsiz olsun?

          Her bir baharda hiç yoktan gaipten topraktan ve kışın kupkuru olan odun parçalarının içerisinden bahar mevsimi gelince çeşit çeşit lezzetli yiyecekler meydana getirilmektedir, hem öyle yiyecekler ki hiçbir yan etkileri bile söz konusu değildir. İşte bu kadar büyük nimetler içerisindeyiz. Bütün bu nimetlerin bizim ihtiyaçlarımıza göre olması ise gösterir ki o yüce yaratıcı bizi bizden daha iyi bilmektedir. Midemizi yaratmış midemize uygun olan nimetlerini de beraberinde yaratmış. Gözümüzü var etmiş ışığı da beraberinde var etmiş. Midemizi var eden ilşe midemize uygun olan nimetleri de var eden aynı kişidir. Gözümüzü var eden kim ise gözün görebilmesi için ihtiyacı olan ışığı da yine aynı kişi var etmiştir, başkası olamaz.

         Bulunduğumuz yerdeki bir elmayı kim meydana getirmiş ise, dünyanın öte başındaki elmayı da yine aynı kişi meydana getirebilir. Çünkü üzerindeki mühür aynı. Yani şekli, tadı, kokusu…vs. hep aynı.

         Sikkemiz bir, turamız bir; Rabbimize musahharız.

         Müsebbihiz; zikrederiz âbidâne.”

       Yukarıdaki ifadelerimizden de anlaşılacağı üzere yüce yaratıcı TEK’tir. Şayet, Allah’ın haricinde başka ilahlar da bulunmuş olsaydı her şey fesada uğrardı. Nasıl ki bir okulda iki müdür, bir şehirde iki vali… bulunsa ortalık karışır. Öyle de başka ilahların bulunması her şeyin fesada uğramasına sebep olurdu. Mademki bu nizam ve intizam mükemmel bir şekilde devam ediyor, öyle ise yüce yaratıcı TEK’tir.

Yaratılmış olan her şeyin bir görevi bulunmaktadır. Her bir varlık kendisine verilmiş olan vazifeyi hakkıyla yerine getirmektedir. Yani kendilerini var eden yüce Allah’ın emrini yerine getirme noktasında hiç itiraz etmeksizin mutîdirler.

        Mesela, her şey Cenâb-ı Hakk’ın emriyle hareket eder ki zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler başlarında koca ağaçları taşıyıp dağ gibi yükleri kaldırmaktadırlar. Demek her bir ağaç, Allah’ın adıyla anlamına gelen Bismillahsözünühal lisanıyla söyleyerek rahmet hazinesindeki meyvelerden ellerini doldurup bizlere sunuyorlar. Âdeta insaniyet mertebesine çıkmak için can atmakta yarışıyorlar.

           Her bir bahçe “Bismillah der, kudret mutfağından bir kazan olur ki çeşit çeşit lezzetli yiyecekler, o bahçe içerisinde hepsi bir arada pişirilir. Bizler mutfağımızda bir tencere içerisinde sadece bir çeşit yemek pişirebilirken Cenâb-ı Hakk o kudretiyle yeryüzünü kocaman bir tencere hükmüne getirerek içerisinde yüzlerce hatta binlerce çeşit yiyecek hiçbiri birbirine karışmaksızın harika bir surette pişirmektedir. Bu da bize yüce kudret sahibi olan Allah’ın bir şeyden her şeyi bir suhûlet içerisinde icat edebildiğini dolayısıyla sonsuz kudret sahibi olduğunu göstermektedir.

            Her bir inek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar Bismillah” der, rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur adeta. Bizlere, rızık verici olan Rezzâk-ı Hakîki namına en latif, en nazif, âb-ı hayat gibi bir gıdayı takdim ediyorlar. Hiç aklı olmayan fakat akıl ve şuur sahibi olan biz insanların hiçbir suretle yapamayacağımız, beceremeyeceğimiz hârikulâde yiyecekleri çok kolay bir şekilde, inekler ot yiyip su içerek süt gibi bir gıdayı elde etmektedirler. Halbuki bizler ot ve suyu her ne şekilde bir araya getirirsek getirelim sütü meydana getirebilmemiz şu anki teknoloji ile mümkün gözükmemektedir.

             Her bir bitki ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları Bismillah der, sert olan taş ve toprağı deler geçer. Allah namına, Rahman namına, der her şey onun emrine girer.

            Bazen, yolda giderken taş duvarlar arasından veya kayalıklar arasından fışkırmış kocaman bir ağaç oluvermiş bitkileri görmekteyiz. Ağacın kökleri o kayanın içerisinde su bulabilmek için sert olan kaya parçasını delerek suya ulaşmaktadır. Buna bu gücü veren elbette kendi gücü ve iradesi değildir. Kendisi çok nazik hemen kırılabilir bir yapıda olmasına rağmen o sert kayayı parçalayacak bir güce ulaşması o kayayı kendisine musahhar kılması elbette küçümsenecek bir şey değildir. Bunun böyle olması, o nazik yapılı olan bitkinin Allah hesabına iş görmesinden ileri gelmektedir.

         Allah namına hareket etmek, onun emri ve izni dairesinde onun ismiyle ona dayanarak hareket etmek, Bismillahanlamına gelmektedir. Öyle ise bizler de yaşantımızda O’nun namıyla, O’nun izni dairesinde hareket edip yaşamaya çalışırsak, yaşantısal  olarak Bismillah demiş oluruz.

           Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih ederlerayeti, bu var edilen mahlûkâtın, her an kendilerini var edene karşı tesbih, şükür ve hamd etmekte olduklarını ifade etmektedir.

            “Lakin, siz onların tesbihlerini anlayamazsınız.” ayeti de bu tesbihlerin bizim lisanımız tarzında olmadığını, kendilerine mahsus lisanlarla olduğunu ifade etmektedir.

          Her cemâl ve kemâl sahibi kendi cemâl ve kemâlini görmek ve başkalarına göstermek ister, sırrınca Cenâb-ı Hakk bu varlıklar alemini meydana getirmiş ve üzerinde binbir Esmâ-i ilâhiye’sini tezâhür ettirmiştir.

Bu durum bir kudsî hadîs-i Şerifte şöyle dile getirilmektedir :

           “Ben gizli bir hazine idim. Beni tanısınlar  diye mahlûkâtı yarattım.”

            Bu kudsi hadîsi küçük bir örnekle izah etmeye çalışalım:

         Siz dünya çapında ün yapmış Leonardo Da Vinci gibi büyük bir ressam olsanız, yüzlerce hatta binlerce her biri paha biçilmez özellikte olan tablolar yapsanız, bunların tamamını bir depoya koyup kapısını da kilitleyip o güzelim paha biçilmez tablolarınızı hiçbir kimseye göstermemezlik yapar mısınız? Böyle yapmış olsanız o tablolarınızın hiçbiri bir değer kazanır mı? Madem kimseye göstermeyecektin o tabloları niçin yaptın, değil mi? Birilerinin gelerek o yaptığınız resimleri hayran hayran seyretmesini, sizi tebrik etmesini, ne kadar güzel resimler yaptığınızı söylemesini istersiniz.

        Aynen bunun gibi yüce Allah da (cc) bu kâinat sarayını her biri paha biçilmez manzaralarla süslendirmiştir. Dünyamız ve içindekiler ay, güneş, diğer yıldız, gezegen ve galaksilerin hepsi bu tablolardan daha kıymetli değil mi sizce?

           İşte bütün bu güzellikleri seyredecek, yaratıcısını tebrik edecek varlıkların olması gerekir. Yoksa bu yıldızlar, gezegenler, galaksiler ve üzerindeki güzellikler bir mana ifade etmeyip boşu boşuna yaratılmış gibi olacaktı. Böyle olması ise aklen dahi mümkün değildir.

           Bütün bu güzelliklerin farkına vararak yaratıcısını tanıyıp O’na karşı tesbih ve tekbirlerini, ta’zim ve şükürlerini bildirecek olanlar insanlar, cinler ve ruhani varlıklardır. Bu varlıkların en mümtazı da insandır.

Ahmet BOZKURT