DİRİLİŞ MUŞTUSU

     Hayatta, kimi zaman istemeden farkında olmaksızın kabulleniş gösterdiğimiz gerçeklerle karşı karşıya kalırız. Dünya bağlamında baktığımızda ise kabulleniş gösterdiğimiz konuların başında yönetilmekte olduğumuz gerçeği gelebilir. Bu bir toplumun, bir lider öncülüğünde yönetilmesi meselesi değil; zihinlerimiz, düşüncelerimiz ve bedenimizin yerine getirmiş olduğu işlevlerin yönetilmesi meselesidir. Zihin yönetiminin olduğu yerde ise bir kurgunun varlığından söz etmek pek mümkündür.

     Bu kurgu hususunda algının büyük bir yeri olduğu aşikâr. Medya ise bu konuda önemli bir etken. Cesur bir insan hakları savunucusu ve siyasetçi olan, bizlerin Malcolm X adıyla tanımış olduğumuz Malik El Şahbaz, bu konuda önemli bir ayrıntıya dikkat çekiyor:

     "Eğer dikkat etmezseniz medya mazlumlardan nefret etmenize, zalimleri sevmenize yol açar." 

     Peki bu dikkat nasıl sağlanabilir? Sahip olmamız gereken farkındalık nasıl oluşur?

     Yaşam koşturmacalarımıza kısa bir mola vererek, yaşanan olaylara bir de dışarıdan bakmayı denemediğimiz müddetçe bu farkındalığa ulaşamayacağımızı söylemek mecburiyetindeyiz  ne yazık ki. Kurgu algıyı, algı kör bilinci, kör bilinç ise kuru bilgiyi doğuracak. Hakikat, kapısı aralanmış ve bizi ona davet edercesine parıltısını yayarken bizim sonsuz bir karanlığa açılan kapıyı tercih etmemize yol açacak. 

     Bizler eğer hakikatin ışığında yürüme arzusunda isek, bir söz söylemeden önce konuyla ilgili konumumuza bakmamız gerekir. Örneğin dünyanın bugünkü gelmiş olduğu durumda veya yönetilen politikalarda biz nereyi teşkil ediyoruz? Konumumuz ne? Yöneten mi yoksa yönetilen konumunda mıyız?

     Bugün bu konuyu kendimize dert bilmiş ve üzerine konuşuyor durumdaysak, edilgen konumda olduğumuz gerçeğini kabul etmek gerekiyor sanırım. Fakat bu bizim için bir umutsuzluk nedeni olmamalı. Gayemiz ise etken konuma nasıl geçmemiz gerektiği olmalı.

     Dünya genelinde baktığımızda şu bir gerçek ki; nereyi teşkil ettiğimiz dinimiz ve ırkımıza göre değişiyor. Yani toplumların üzerinde kurulmak istenen hâkimiyetin boyutu, toplumdan topluma göre değişmekle birlikte, bu hâkimiyeti geçerli kılabilmek için izlenen yollar da farklılık gösteriyor. Bu nedenle kendimize belirlemiş olduğumuz etken olma gayesinde, bizlerin yürüyeceğimiz yol ya da gayemizi ne kadar diri tutmamız gerektiği de elbette farklılık gösterir ve bu farklılığa göre bir önem arz eder.

     Bir Müslüman perspektifinden bakacak olursak eğer, Doğu ve Batı’yı ayrı fakat bir bütün olarak değerlendirmeliyiz. İlk olarak ise Doğu’ya biraz göz atacağız;

     Şayet bir varlık bilincine ulaşmak istiyorsak, öncelikli olarak; kim olduğumuzu ve şu an bize bir hayat bahşedilmiş olduğu gerçeğini görmekteysek, bir gayeye sahip olmamız gerektiğini hatırlamalıyız.

     Sosyal medyada kimi zaman, yeni Müslüman olmuş olan kişilerle karşılaşıyoruz ve baktığımızda her birinde ortak bir nokta görüyoruz; şehadet getirmekle birlikte omuzlanılmış olan bir dava. İnsan, hakikatin İslam olduğunun farkına varmakla birlikte, içnde o hakikati yayma gayesi gütmeye başlıyor. Yeteneği, ilgi alanı ne ise elinden geldiği kadarıyla onu kullanarak bu davaya  hizmet etmek konusunda gayret gösteriyor, yani Müslüman olma bilinci insana tebliğ vazifesini yüklüyor. 

     Kısacası enfüse yönelik bir yolculuğa adım atmak, içimizdeki kor bir ateşe dönüşmeyi bekleyen kıvılcımları keşfetmek gerekiyor. Bu kıvılcımları keşfedelim ki âfâkta ilerleyebilmek için bir imkânımız olsun. Buna ise en büyük örneklerden biri olarak geçmişimizden, atalarımızın üç kıtaya olan hükümranlılarınıdan söz edebiliriz.. Bizlerin ise atlamış olduğumuz çok önemli bir nokta var; bizler onların mirası değiliz. Bizler o mirasa sahip çıkacak ve o mirasa sahip çıkacak kişileri yetiştirecek olan vârisleriz.

     Teessüfle söylüyorum ki, geçmişteki yaşantımızda övünmek bizi bir yere vardıramayacak. Bu konuda Üstat Sezai Karakoç'un şu dizeleri aklıma geliyor:

     "Müslüman geçmişteki büyük İslam yaşantısına hayran olmakla yetinmemeli. O yaşantıyı bugün de gerçekleştirmeyi kendine bir görev bilmeli.”

     Bizler, geçmişin yüreklerimizde bırakmış olduğu bu derin ve gurur verici etkiyi, düşman için daima bir korku nedeni olarak gördük. Atalarımızın gücünü kendimize miras bilmenin yanı sıra onların vârisi olmayı unuttuk. Onların sahip oldukları ruhu yaşatmak bir kenara dursun, o ruhu kaybettik.

     Elbette problemlerimizi sadece konuşmakla bir yere varamıyoruz, harekete geçmeliyiz. Bizim için birer silah konumunu teşkil eden araçları, birer amaç vesilesine dönüştürmeli, bir k’uşak‘ olmakla kalmamalı, öncü bir kuşak olmalı ve tarihi yeniden yazmalıyız. Eğer ki bir şey yazılacaksa bu kurgu değil, yeni bir tarih olmalıdır. Tarihi ise ancak öncüler yazar.

     Batı’ya geldiğmizde ise; yüzyıllardır yaptığı gibi, bugün de hakikati perdelemeye çalışmaktan geri durmuyor.Yazımızın başında da belirtmiş olduğumuz gibi, bunu en iyi medya yoluyla gerçekleştiriyor. Fakat unuttuğu bir nokta var; hayatın kendisi bir hakikat olarak dört bir yanımızı sarmalamış iken, onun üzerini örtmeye çalışmak boş ve anlamsız bir çabadır.

     Bugün gerek Doğu gerekse Batı, hakikati açıkça ortaya çıkaramıyor olmanın sancısıyla kıvranıyor. Doğu’nun tarihine olan güveni ile Batı’nın kendine olan güveni yarışıyor. Batı'nın hatırlaması, daha doğrusu kabul etmesi gereken mühim bir mesele var ki o  da; bugünkü konumuna Müslümanlar sayesinde ulaştığı. 

     Tarihi kurgulaması yahut kurgularını tarih kitaplarına geçirmesi, onların hakikat olduğu manasına gelmiyor. Bugün dahi ilerleme kat ettiği her konuda kaynağının Müslümanlar olduğunu en iyi kendisi biliyor; hasta bir uygarlık ve ilacının İslam olduğu gerçeğinden kaçamıyor. 

     İçinde bulundukları durumun vahametini kavramak için, Müslümanlara ait olan her kaynaktan beslenebilmeleri fakat Müslümanlık’tan hiçbir zaman nasiplenememelerini görmek yeterli olacaktır sanırım. 

     Özetle şunları söyleyebiliriz ki; Müslümanların dünya üzerinde sayıca fazla olmasının bizi hâkim kılamadığı, dünya üzerinde bugün dahi azınlık konumunda olduğumuz bir gerçek. Fakat hem dünyanın hem de bizim iyi bilmemiz gereken bir husus var ki; tarih hiçbir zaman monoton bir şekilde ilerlemedi. Nasıl ki var olmanın kıymetini hiçlik ile mukayese ederek idrak edebiliriz, aynı şekilde dirilmenin mahiyetini de bir ölüm sessizliği ile mukayese ederek tam anlamıyla idrak edebiliriz. "Diriliş geçmişin tekrarı değil, yeni bir oluştur." diyor Üstat Sezai Karakoç, biz yeni bir oluş evresindeyiz. Gönüllere ekilen diriliş tohumları ise çoktan filizlenmeye başladı. 

     Kâinatın her bir zerresi bize “hakikat” diye fısıldıyor. Ruh, tüm insanlık tarafından keşfedilmeyi bekliyor. Biz ise sözümüzle çıktığımız bu yolculuğa inşa ile devam ediyoruz, bu inşada koymuş olduğumuz her bir tuğla, fısıltıyı yankıya dönüştürmenin birer adımı. Adımlarımızdaki eminliğin kaynağı ise damarlarımızda akmakta olan "Diriliş Muştusu”.

Eslem BOZKURT