HAZAN MEVSİMİ

        Mevsimler... Cenab-ı Hakkın tekvînî ayetlerinin yazılıp okunmasında büyük rolü bulunmaktadır, mevsimlerin. Bu ayetlerin kimisi ilkbahar mevsiminde yazılırken kimisi de yaz mevsiminde, sonbahar mevsiminde veya kış mevsiminde ifade edilmektedir.

         Mevsimler arasında nedense ilkbahar ve sonbahar mevsiminin ayrı bir yeri bulunmaktadır. Şairler ve ediplerin en fazla mevzu bahis ettikleri şeyler bunlar hakkındadır. Genel olarak ilkbahar mevsimi neşe ifade ederken sonbahar da hüznü ifade etmektedir. Bu nedenle de sonbahar mevsimine Hazan mevsimi adı da verilmektedir.

        Şuna inanıyorum ki sonbahar mevsiminin her ne kadar hüzün ifade ettiği söylense de aslında öyle değildir. Çünkü biz, her nereye bakarsak bakalım mânâ-i ismiyle değil de mânâ-i harfiyle bakmamız gerekir. Mânâ-i ismiyle baktığımız takdirde ağacın dallarından düşen her bir yaprak bize: "Siz de birgün dünya dalından benim gibi düşecek ve yok olup gideceksiniz" diye fısıldar. Ama mânâ-i harfiyle baktığımızda ise dalından ayrılan herhangi bir yaprak bize: "Nasıl ki ben topraktan geldim toprağa geri gidiyorum. Yani Cenâb-ı Hakk beni kendi isimlerinin nasıl tecelli ettiğini göstermek için topraktan halk ederek, yaprak şeklinde suretlendirmiştir. Sonra yine toprağa döneceğim. Aynen öyle de, siz de ölüm vasıtasıyla Allah'a kavuşacaksınız. Bu nedenle ölümü, yok olup gitmek olarak tevehhüm etmeyiniz " hakikatini bize tekvînî lisânıyla ifade etmektedir.

        Bitkiler... "Göklerde ve yerde ne varsa Cenâb-ı Hakk'ı (cc) tesbih eder sırrını her zaman kâinata ilan eden mahluk... Üç yüz bin çeşit nebâtat taifesinin herbiri yüzer lisanla Cenâb-ı Hakk'ı tarif ve tesbih eder."

        Yapraklar... Ağacın dış görünümüne harika bir estetik kazandıran küçücük bir sanatçık. Sanki bu sanatçıklar bizlere Sâni-i Zülcelâl'in vahdâniyeti içerisinde ehâdiyetini ilan eden bayrak... Her bir yaprak için özel muamele... Bütün yapraklar, yaprak olma vasfı bakımından aynı olmasına rağmen hiçbir yaprak birbirine, ne şekil itibariyle ne de desen itibariyle benzemekte.

        Düşünüyorum da, hiç aklınıza şöyle bir soru takıldı mı. Neden bu kadar çoklukta yapraklar bitkilere takılmış? Neden... Neden... Bilmem böyle sorularla muhatap oldunuz mu? Sanıyorum ki bu tip sorularla hiç karşılaşmamışsınızdır veya kendimize bu tip soruları yöneltmemişizdir. Böyle acip bir kafile her yıl gözümüzün önünden geçer de bunun hiç farkına bile varmayız. Meyvesi varsa meyvesi dikkatimizi çeker. Yaprakları hiç dikkatimizi çekmez. Oysa ki yapraklar sayı itibariyle meyvelerden daha çoktur. Gerçi "ağaca ehemmiyet vermek meyvesi içindir" Peki ya yapraklar?

        Madem ki insanoğlunu Cenâb-ı Hakk (cc) imtihan etmek için dünyaya gönderdi. Öyleyse imtihan gereği Cennet ve Cehennemin numuneleri de bulunmalıdır.

        Yine sırrı teklife münafi olmamak kaydıyla, Cenâb-ı Hakk gözlerimizin önüne bir takım şeyler sermiştir. İşte yapraklar da bunlardan bir tanesidir.

            İlkbahar mevsiminde, hayata gözlerini açan yaprak, sonbahar mevsimi gelince de ölüme büyük bir hızla koşar. İlkbahar mevsiminin başlamasıyla birlikte, Cenâb-ı Hakk'ın (cc) bir çok isimleri biz insanların enzarına sunulur. Ta ki, Sâni-i Zülcelâl'in varlığını ve birliğini kabul edebilelim. Bu isimlerin tecellileri her an devam eder. Yani, hüzün mevsimi olarak kabul edilen sonbahar bile Cenâb-ı Hakk'ın "Hakîm" isminin gereği olarak solması ve bir nevi ölüme doğru koşması gereklidir. Ayrıca burada yine birçok isim, tecellisini göstermektedir. Mesela "Kadîr", "Musavvir", "Sâni", "Alîm", "Cemîl" vb. isimleri yine yapraktan okuyabilmemiz mümkündür.

        Cenâb-ı Hakk, yaprağı bir nevi ana kucağı olan ağacın dallarından ayırarak bizlerin de bu dünya evinden çıkacağımızı ders vermektedir. İkinci bir baharın gelmesiyle de, hayatın son bulmadığını, tekrar yine devam edeceğini bizlere müjde vermektedir. Ayrıca, sonbaharda yapraklar vefat ettirilir ki, yerine bir sonraki baharda başka yaprak gelip, Cenâb-ı Hakk'ın vahdâniyetini ve ehâdiyetini tüm kâinata ilan etsin.

        Yaprakların her yıl tekrar tekrar yaratılmaları ve hiç biri diğerinin ne aynı ne de gayrı olması gösterir ki Kadîr-i Zülcelâl her şeye kadirdir. Dilerse bütün yaprakları farklı farklı yaratabilir. Öyle de insanları, cinleri, melekleri ve ruhani varlıkları da farklı suretlerde ve nihayetsiz bir çoklukta yaratabilir... Bize düşen görev ise, her şeye gücü yeten yüce yaratıcının mahlûkâtını, Allah hesabına işlediğini kabul edip, tefekkür ederek hayret ve muhabbetimizi ifade etmek, kulluk görevimizi yerine getirmektir...

Ahmet BOZKURT