KABRİSTANDA İNECEK VAR

            Hani Sevgili Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şeriflerinde: “Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çokça zikrediniz” buyuruyor ya, işte bu ölüm hakikatini bana ihtar eden başımdan geçen bir hadiseyi sizlere de aktarmak istedim.

         Her zaman olduğu gibi yine okuldan eve dönmek üzere Dadaşkent minibüslerinden birine binmiştim… Benim için her zamankinden farklı olmayan bir gün idi… Dadaşkent’in hemen giriş kısmındaki Gezköy’e geldiğimizde, minibüs tam köy mezarlığından geçiyordu ki, yolculardan biri hemen ayağa kalkıp yüksek bir sesle: “Kaptan, kabristanda inecek var” deyince, birden bütün dikkatim kabristanlık üzerine yoğunlaştı. Bana ne olduysa işte o zaman oldu. Kafamda “muhakkak ki sen de öleceksin, onlarda ölecekler” hakikati bir kez daha ihtar edilmişti. Dalgın kafamda, bu ani ölüm hakikati şimşekler gibi çaktı, adeta.. Orada hemen Üstadın 20. Mektuptaki “ve yümit, yani ölümü veren O’dur” bahsinde geçen şu ifadeler gözümün önünden birer birer geçti: “Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkırâz (son bulup yıkılma) değil, sönmek değil, firâk-ı ebedi değil, adem (yokluk) değil, tesadüf değil, failsiz bir in’idam (idam olmak) değil, (belki bir fâil-i Hakim tarafından terhistir, bir tebdîl-i mekândır, saadet-i ebediye tarafına, vatan-ı aslilerine bir sevkiyattır, yüzde doksan dokuz ahbabın mecmaı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.

         Yahu, bu ölüm bir “hakikat” değil mi ki? Neden bizler ölümü hiç aklımıza getirmeyip, gaflet içerisinde dünyevi meşgalelere dalabiliyoruz? Bu dünya hayatının ahiret hayatına nispeten ne kadar da kısa bir süreyi aldığını hepimiz içinde yaşayarak görmekteyiz. Ebedi bir hayat karşısında bu dünya hayatının fazlaca bir değeri olmasa gerek… Ama madem bu dünya hayatı fâni, gelip geçici, ne dünya ne de insanoğlu lâyemûttur. O halde, dünya hayatının, hayattan ziyade bir mânâsı olsa gerek… Bunun için de Cenâb-ı Hakk’ın (cc) habîbine (sav) kulak vermemiz gerekir. İnsan bu dünyaya hayvan gibi yiyip, içmek ve pislemek için gelmemiştir. Biz insanların hayvandan bir farkı olmalıdır. Bu da aklını kullanarak, kendisini yaratan Hâlık’ına kullukta bulunup, onu tanımak suretiyle kendisindeki bazı latîfeleri kemal derecesine çıkararak olgunluğa erdirmek ve cennete layık bir kıymet almaktır.

         Madem ki insanoğlunun yokluktan yaratılıp ruhlar alemine, oradan anne rahmine, sonra dünyaya, daha sonra da kabre, haşre, ebede giden bir yolculuğu söz konusudur. Neden bir sonraki istasyon olan kabrimize çalışmıyoruz? “ O kabir, ehl-i iman için cennet bahçelerinden bir bahçe, ehl-i dalâlet için cehennem çukurlarından bir çukurdur.” Eğer ehl-i iman olarak kabre girebilmişsek ne mutlu bizlere.

         Ölümün bizi korkutan tarafı sırf zahiri yönüdür. Ama ondan da hiç korkmaya gerek yok aslında. Çünkü bu ölüm, bizim bostân-ı cinâna giden yolumuz üzerinde kurulmuş olan bir hakikattir. Hiç şüphe yok ki, ölüm kapısından geçip kabre gireceğiz. Bu ebedi hayata geçiş, bizim için bir üzüntü değil, tam tersine sevinç kaynağı olmalı, her ne vakit ölüm aklımıza gelirse, ebedi hayatı düşünerek müferrah olabiliriz. Bu nedenle de ölümü gülerek karşılamamız bizim yapabileceğimiz en güzel yoldur.

         Cenâb-ı Hakk hiçbir zaman abes bir iş yapmayacağına göre bu ölümün de hakikat yüzü güzel olmalı. Ahiret ile dünyayı bir kıyaslamaya tabi tutacak olursak, bu dünya hayatı ahiret alemine nazaran bir zindan hükmündedir. Zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana giden üzülmez. Bilâkis ayakları yerden kesilircesine mutluluklar içerisinde ölümü karşılar. Hz. Mevlâna’nın da buyurdukları üzere bizler de ”öldüğüm gün benim bayramımdır” diyerek ölümü gülerek karşılamalıyız.

         Ölüm denilince aklıma hep şu beyit gelip takılır:

         “Ölüm güzel şey budur perde ardından haber,

         Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?”

         Bu zikrettiğimiz beyit de ölümün ne kadar çok imrenilecek bir hadise olduğunu açık bir şekilde dile getirmekte…

         Ey ölüm! Artık senden korkmuyorum. İstediğin zaman gelebilirsin. Yeter ki, Rabbim her an beni iman üzere kâim buyursun.

        Ey sevimli Azrail (as)! Sen, benim ruhumu kabzetmekle, beni Habîb-i Ekrem’e (sav) ve aziz Üstadıma kavuşturacaksın. Bunun için sana ne kadar şükranlarımı sunsam yeridir…

             Yaşasın ölüm, yaşasın Azrail (as)!..

Ahmet BOZKURT