SEN ATMADIN

         “Düşünen bir toplum için, Allah'ın yarattığı mahlûkatta onun varlık ve birliğine nice deliller vardır.” Zerreden şemse kadar her şey Kadîr-i Ezelî’nin mevcûdiyetine Esmâ-i İlâhiye adedince şehadet etmektedir.

         Varlık sahasına çıkmış olan her şeyde, dikkatimizi çekecek derecede bir özellikle karşılaşırız. Bu özellik, insanoğlunun bakış açısına göre değişmektedir. Bu, ”Ene” olarak tabir edilen ve kâinatı müşkülküşâ bir vaziyetten mâ’ruf bir hale getiren, mânâ-i harfî olarak ifade bulan bir anahtar düşünceden ibarettir.

         İnsanoğlu, kendi sosyal yaşantısı içerisinde birçok şeye sahip olur, ev alır, araba alır, arsa alır vs. Bütün bunların hepsi benim, bana ait, ben kazandım, şeklinde ifadeler kullanır. Peki, bütün bu kazandığımız malların, mülklerin hepsi gerçekten bize mi ait, yoksa biz mi öyle olduğunu zannediyoruz. Bana öyle geliyor ki, bizim fazlaca bir fonksiyonumuz yok. Sadece, bizim işimiz yapılacak olan işe irademizi kullanarak meyletmekten ibarettir. Geri kalan tüm işimizi Cenâbı Hakk, kendisi tamamlamaktadır. Madem ki insanın elinde sadece ve sadece cüz’î bir cüz-i ihtiyârîden gayrı yok, neden insan her şeyi kendisinin yaptığını söyler, hayret…

         Cenabı Hakk, Kur'an-ı Kerim’de şu ifadeye yer vererek bizim ne kadar da aciz bir varlık olduğumuzu, yaptığımız her fiilin fâilinin biz olmadığımızı belirtmektedir. “Attığın zaman da sen atmadın, muhakkak ki Allah attı.” Buradan da anlaşılacağı üzere, sandığımız kadar da fazlaca bir fonksiyonumuz bulunmamaktadır. Bunu bir örnekle daha somut bir hale getirelim.

         Bir asansörde olduğumuzu düşünelim. Orada her kat için numaralandırılmış düğmeleri göreceğiz. Biz hangi kata çıkmayı düşünüyorsak sadece o katın düğmesine irademizi kullanarak basmamız yeterli olacaktır. Geri kalan tüm işi asansör kendisi yapmaktadır. Biz burada diyebilir miyiz ki, asansörü yukarı çıkaran benim… Hayır, böyle bir ifadenin çocukları dahi güldüreceğini herkes bilir. Öyleyse, nasıl oluyor da insanda bir fiil câri olduğunda hemen ona sahipleniyor, bunu ben yaptım, diyor. Oysaki, insanın kendisinde hiçbir fiili gerçekleştirebilecek bir kudret bulunmamaktadır. İnsanoğlunda, sadece yapacağı fiile karşı bir meyletme vardır. Bunu da Cenabı Hakk'ın kendisine vermiş olduğu cüzî iradesini kullanarak gerçekleştirir. Geri kalan tüm faaliyetleri Cenâb-ı Hakk kendisi gerçekleştirmektedir. Mesela, ben yazı yazmaya irademi kullanarak meylettim, o kadar. Yazma işini Cenâb-ı Hakk benim elimde yaratmıştır. Sadece, görünürde sanki o fiili biz yapıyormuşuz gibi oluruz. Tabii, bunun böyle olmasında da bir çok hikmetler bulunmaktadır.

         Bunun böyle olmasında sebep olarak şunu söyleyebiliriz: Bu “Ene” olarak isimlendirilen ve mânâ-i ismi ile ifade edilen bakış açımızın, gerçekte mânâ-i harfi olması gerektiğinin denenmesidir.

         Bizler bu hikmet diyarı olan bu dünyada bir imtihana tabi tutulmaktayız. Bunun için de elimize bazı materyaller verilmiştir. Bunları gereği gibi kullanırsak bizden beklenen davranış yerine getirilmiş olur. Bunun aksi olursa da cezâi müeyyidenin olması gayet tabiidir.

        Bizim olarak addettiğimiz ellerimiz, ayaklarımız, gözlerimiz ve diğer bütün uzuvlarımız bize Cenâb-ı Hakk tarafından verilmiş ilâhî emanetlerdir. Kullanma talimatlarını da bizlere peygamberler vasıtasıyla haber vermiştir. Bizim vazifemiz ise verilen talimatlar istikâmetinde sarf etmektir. Emanetin Sahib-i Hakîkîsi olan Allah (cc) mülkünde istediği gibi tasarruf etme yetkisine sahiptir. Zîra Mâlikül Mülk’tür, mülkün hakiki sahibidir. Dilerse hastalık verir, iyileştirir, sıkıntı verir, sonra giderir, imtihan için hayatiyet verir, sonra da imtihanın bittiğini haber veren ölüm zilini çaldırır, maddi hayatı muvakkaten son buldurur. Haşir meydanında toplayıp hesaba çekmek üzere yeniden hayatiyet verir.

         Acizlik… Fakirlik… O Rahîm-i Zülcemâl, Esmâ-i İlâhiyesini herbir zerrede tecelli ettirmektedir. Bu isimlere tecellîgâh olan ve şu zeminin halifesi olan biz insanların vücudunda Esmâ-i Hüsna sahibinin isimleri madde dili ile yazılıp ifade edilmektedir.

           Bizler vücudumuzun bize ait olduğunu söyleriz de her nedense onu idare etmekten bile acizizdir. Çünkü, mikroskopla dahi zor görülebilen o hurdebînî varlıklara hemencecik teslim-i silah edebiliyoruz, yataklara düşebiliyoruz. Bazen de bunu hayatımızla ödüyoruz. İşte acizliğin doruk noktası.

        Söz buraya kadar gelmişken şunu da ifade etmeden geçemeyeceğim: Biz ilk etapta kendi vücut makinamızın işleyişini ve çıplak gözümüzle müşahede ettiğimiz diğer varlıkların hal ve keyfiyetlerini inceliyoruz. Peki, mikroskopla bile zor görülebilen o hurdebînî mikroplar hiç mi hastalık geçirmiyorlar, hiç mi rahatsızlanmıyorlar? Bana öyle geliyor ki O hudebînî varlıkların vücutlarında da onlara rahatsızlık veren mikropçuk vârî şeyler vardır. O mikropçuklarda da daha küçük mikropçukların bulunması... Bu da Cemal sahibi olan Allah’ın azametini tefekkür sahiplerinin akıllarına gösterir.

        Yukarıda zikredilen ifadelerden şöyle söylememiz mümkündür: İnsan, aciz mi aciz bir varlıktır. Eğer insan aciz bir varlık olmasaydı, her şeyi kendisinin yapabildiği ve hâkim bir vaziyette hükmettiği görülebilecekti. Halbuki, en ufak bir yaralanmada bile, kanayan kanını dahi durdurabilmesi imkansızdır. Çünkü, kendi tasarrufumuzda olduğunu ve bizim olduğunu söylediğimiz vücudumuzdaki en ufak bir kanamaya dahi hakim olamıyoruz. Ne kadar da “sana emrediyorum artık kanama hadi çabuk iyileş” desek de, o hemencecik iyileşmez. Bizim o sözümüzü dinlemez. Çünkü, vücut makinası bize ait değil. Onun hakiki sahibi hikmeti gereğince yavaş yavaş iyileştirir. Çünkü “Hakîm” ismi böyle olmasını iktiza eder.

       Düşünüyorum da, vücudumuz bir balon gibi olsaydı. Vücudumuzda açılan her bir yara hiç kapanmasaydı, hep üzerine -şamyelin tamir edilmesi gibi-yamalık yapıştırılsaydı, halimiz nice olurdu. Bunu düşünmek bile insana dehşet veriyor.

         Rabbim, sen ne büyüksün. Tüm vücudumuzun işleyişini bize bırakmış olsaydın biz ne yapardık. Buna nasıl tâkat getirebilirdik. Mesela kalbimizin çalışmasını devam ettirebilmek için hiç uyuyabilir miydik. Rabbim sen her şeye kâdirsin. Senin her şeye gücün yeter. Bizler senin huzurunda ancak Kemâl-i hürmetle eğiliriz.

Ahmet BOZKURT