YAĞMURDAKİ RAHMET TECELLİLERİ

          Dünya kurulduğundan beri, Cenâb-ı Hakk’ın âdetullahından biri olan ve de onun birliğini vakit be vakit ispat eden tecessüm etmiş rahmettir, yağmur.

         Yağmur kimi için rahmet, bereket ifade edilirken kimi için de afetlere sebep olan bir şey olarak telakki edilir.

         Yağmur deyip geçmeyelim. Cenab-ı Hakk’ın en büyük âyetlerinden biridir, yağmur. Bunun için de yüce yaratıcı Kurân-ı Kerim’de dikkatimizi yağmura çeker ve derki: “İnsanlar ümitsizliğe düştüklerinde yağmuru indiren ve rahmetini her tarafa yayan da odur.” Âyet-i Kerime’de yağmurun yağdırılma sebebi olarak, birincisi insanların ümitsizliğe düştükleri zaman olarak gösterilirken, ikinci sebep olarak da rahmetini her tarafa yayma olarak zikreder.

         İnsan, kendisinin aciz bir kul olduğunu yağmur vasıtasıyla da anlayabilir. Çünkü yağmursuzluk, kuraklığı ifade eder, kuraklık ise her şeyden yoksunluk demektir. Her şeyden yoksunluk da acizlik anlamına gelir.

         Canlıların yaşamasına kaynaklık eden, hazîne-i rahmet çeşmesinden gönderilen yağmur, aynı zamanda bizlere Kadîr-i Zülcemâl’in rahmetini nasıl tecelli ettirdiğini de göstermektedir. Bu nedenle de her şeyde nasıl tecelli ediyorsa, bu rahmetini de yer ile gök arasında âsumanda asılı olarak bulunan fakat, kendisini idare etmekten aciz, kendinden habersiz, şuursuz olan bir bulut parçası aracılığıyla tecelli ettirmektedir. Bu öyle bir rahmettir ki her nereye değse hemencecik oradan rahmet tecellileri beliriverir. Adeta Hz.Musa (as)’ın asası gibi nereye vursa âb-ı hayat fışkırtır.

         Hiçbir canlılık emaresi bulunmayan kurumuş olan bitkileri yağmur damlacıkları, harika bir rahmet tecellisiyle kucaklar ve bu anı adeta hasretle bekliyormuşçasına kendisini onda fani ederek canlılık sahasına geçer, ta ki o kupkuru olan odun parçasında Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin nasıl tecelli ettiğini göstersin. Çünkü, yağmura bu görev tevdî’ edilmiştir. Daha açık bir ifadeyle belirtirsek, sanki o yağmur damlacıkları o bitkiler için birer nefh-i ruh gibi olur. Çünkü, eşref-i mahlûkat olarak yaratılan insanoğluna, öldükten sonra diriltilmenin nasıl mümkün olduğunu her yıl tekrar tekrar göstererek, nefh-i ruh’u ispat eder, Cenâb-ı Hakk’ın azametini gözlere aşikâre bir surette gösterir.

           Gökyüzünde asumanda asılı olarak bulunan bulut kümesine baktığımızda onun yağmur yağdırma kuvvetinin bulunmadığını, herseyden aciz olduğunu hemencecik farkederiz. Hatta, muhtaç olan yerlere gitmekten bile aciz olduğundan dolayı kendisine rüzgar aracılık etmektedir. Oysa ki rüzgara da baktığımızda onun da aciz olduğunu müşahede ederiz. Öyleyse aklımızı hemencecik şu soru takılıyor. Neden aciz olan bir şey, yine aciz olan başka bir kuvvet tarafından aldığı yardımla böyle harika işler görüyor? Bu soruya yine kendisi lisân-ı hâliyle cevap verir. Çünkü, der, senin de müşahede ettiğin gibi o Cemîl-i Zülcemâlin cemâlini, O Rahîm-i Zülkemâl’in rahmetini, o Mün’im-i Hakîkî olan Allah’ın in’amını, o Musavvir-i Hakîki olan Sâni-i Zülcelâl’in sanatını ahsen-i takvim suretinde yazar bozar tahtası hükmünde olan şu zemin yüzünde ifade etmektedir.

          Bazen olur ki, gökyüzünde hiçbir bulut emaresi dahi bulunmazken, Cenâb-ı Hakk’ın “Haydi yağmur başına arş” emri kendilerine ulaştığı an, bir anda belirerek kendilerine verilen emre inkıyat ederler. Bu halleriyle bizlere ders vererek lisân-ı halle derler ki: “siz de bizim gibi Hâlık-ı Zülcelâlin emrine inkıyat edin ki rahmete erişesiniz ”, hem “başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen fa’al ve kuvvetli bir zatın harika işlerine bak. Sen başıboş olmadığın gibi, bu hadiseler de başıboş olamazlar. Herbirisi çok hikmetli vazifeler peşinde koşturuluyorlar. Bir Müdebbir-i Hakîm tarafından istihdam olunuyorlar ” diye ihtar ediyorlar.

         Bu zeminimizi suluyan şu bulut süngeri, adeta yer yüzüne aşık gibidir. Daima ona kovuşmak hasretiyle yanmaktadır. Hasretinden göz yaşlarını tutamayan bulut, âdeta bu gözyaşları ile ona kavuşacağı inancındadır.

           Yeryüzünde nizam ve intizam içerisinde serpilen o yağmur damlacıkları hafifçe yeryüzüne inerek rahmet tecellilerine dönüşüverir. Hadsiz görevlerle tavzif edilmiş olan yağmur, bir taraftan havanın ağırlıklarını temizlerken, bir taraftan da Cenab-ı Hakk’ı tesbih etmekten geri durmamaktadır. Her hali ile der ve ispat eder: “Göklerde ve yerde ne varsa herşey Cenab-ı Hakk’ı tesbih eder.”

          Şunu da ifade edelim ki, sadece yağmur rahmet değildir. Yaratılan her şey, bir Rahmân-ı Rahîm’in rahmeti olduğunu gösteriyor. Sadece, yağmur tecessüm ederek âşikâre bir surette sunulmuş. Hatta yağmursuzluk hali bile bir rahmettir. Çünkü, kurak olan yerlere bir göz atınca oraların en önemli özelliği olarak bitkiden yoksun, su su diye bir nevi inleyen, susuzluktan çatlamış kara toprakları göreceğiz. Yani, buralarda cennet misal yerleri görmek mümkün değildir. Bir nevi cehennem vârî bir hayat bulunmaktadır. Sanki dikenli çalı bitkileri de Cehenemin zakkum ağacını ifade etmektedir. Bu hali ile ibret tablosu sunan Cenab-ı Hakk, buraları da nazarlarımıza sunarak, cehenneminden sakınmayı hal lisanıyla ihtar etmektedir. Böylece de Hâlık-ı Zülcemâl’in ayetlerinden biri olan yağmur bir çok şeylere sebep olurken, hiçbir zaman bunun farkına bile varamayıp, isteyerek yada istemeyerek, kendisine verilen emri yerine getiren aciz bir mahluktur, yağmur…

Ahmet BOZKURT