YALÇIN DAĞLAR

        Yeryüzünü eşsiz güzelliklerle yaratan Fâtır-ı Zülcemâl, dağları yeryüzüne birer kazık yaparak dünyanın muvazenesini sağlamıştır. Görevlerini hakkıyla îfâ eden dağlar, Cenâb-ı Hakk’ın Kayyum ismini açıkça tecelli ettirmektedirler.

         Dağlar Kimi zaman yalçın, sarp; kimi dağlar alçak, kimi dağlar da yüksektir, yücelerden temaşa ederler. Kimi dağlar sıradan bir dağ hissini oluştururken, kimileri de kişiyi dehşetler içerisinde bırakacak güzelliktedir. Bu eşsiz şaheserlerin hepsi de Allah’ın (cc) birliğine işaret etmektedirler.

          Dağlara aşağıdan yukarıya doğru bir bakınca, onları sanki bir yerleri işaret edip gösteriyorlar gibi görürüz. Bir ok gibi bize yukarıları gösteriyorlar. Lisân-ı halleriyle sanki gökyüzüne bakmamızı istiyorlar. Onların o sözünü dinleyip başımızı göğe çevirdiğimizde eşsiz bir manzarayla karşılaşırız. Aman Allah’ım bu ne güzellik. Hele şu güneşe bir bakın. Bizi o sıcaklığıyla okşuyor gibi olması, ayrıca kardeşleri olan diğer yıldızların, geceleyin güneşin yerini boş bırakmayıp eşsiz bir manzara sergilemeleri ne kadar da hârika Bakanların akıllarını şaşkına çevirip, kendisine parmak ısırtıyor. Her birinin belirli bir nizam ve intizam içerisinde hareket etmeleri de, aklımıza celal sahibi Allah’ın Mülk Suresi’nde geçen: “Haydi gözünü (gökyüzüne) çevir de bir bak, bir kusur görebiliyor musun?” hakikatini haykırıyorlar.

         Kayyum-u Ezeli olan Allah, şu yeryüzünü dağlarla süslemeseydi, adeta dünya büyük bir çöl gibi olurdu. O kadar sade bir hal alırdı ki, dünyadan fazlaca bir zevk alınamazdı. Her şeyi bilip her şeyden haberdar olan Allah (cc) insanın içindeki bu duygusunu tatmin etmek için dağları yaratmak suretiyle göze hitap etmiş, celalini gözler önüne sermiştir.

         Yücelik manası ifade eden dağlar, sanki yukarılara doğru uzanıp, gökyüzüyle birleşmiş gibidir. Bir nevi dünya çadır gibi bir hal almıştır. Adeta dağlar onun direkleri, gökyüzü ise o çadırın kubbesi görünümündedir. Bu çadırın seması ise hadsiz yıldız lambalarıyla tezyin edilerek çadır sakinlerinin enzarına sunulmuştur.

         Kainat kuruldu kurulalı, dünya “Haydi Allah’ın izniyle Şemsüş-Şumusa doğru arş.emrini aldıktan beri, bir geminin denizde yol alması gibi, bu dünya da esir denizi olarak isimlendirilen şu feza âleminde güneşlerin güneşi olan yıldıza doğru akıp gitmektedir. Bu esir denizinde yol almakta olan geminin direkleri olarak yere çakılmış olan dağlar ve o geminin tayfaları hükmünde olan biz insanlar, bu akıntıya kapılmış bir vaziyette gitmekteyiz.

        Fezada yolculuk eden dünya gemisinin önüne, insanların bakışlarını celbetmek, Kadîr-i Zülkemâl’in yüceliğini ve birliğini bildirmek için çeşitli manzaralar serilmiştir. Ama yine de gaflet uykusundan uyanmak istemeyen insanoğlu başıboş, serseri bir vaziyette olduğu halde gününü gün ettiği inancındadır.

         Nice ibret dolu mahlûklar vardır ki, bunlardan birisi de dağlardır. Kendisine emanet-i kübra ( Kuran-ı Kerim) teklif edildiğinde onu yüklenmekten kaçındı. Ben buna takat getiremem dedi. Ama insanoğlu çok cahil olduğu için o büyük emaneti yüklenmekten çekinmedi.

         Yüce Allah’ın emrine inkıyat eden dağlar, görevlerini bihakkın îfâ ederken, insanlara da lisân-ı haliyle ders vermektedir. Nedendir ki insanoğlu, her zaman karşısında durmakta olan yüce dağlara bakıp da bir an olsun tefekkür etmemesi hiç akıl alacak bir iş değil.

             İnsan hayatı için lazım olan madenlerin menşei yine dağlardır. Bu dağlar aynı zamanda meydana gelebilecek zelzelelerin de önünü almaktadır. Dağların bir an olsun yokluğunu düşündüğümüzde, en ufak bir zelzelede çok büyük alanların etki altında kalabilirdi. Belki de dağlar olmasaydı, dünyanın mihverinden çıkmasına sebebiyet verecekti, bir kıyameti koparacaktı. Dağlara bu gözle bakıldığında ne kadar da elzem olduğu ortaya çıkmaktadır.

        Hiçbir şey gereksiz yere yaratılmamıştır. Her şey bir hikmete binaen yaratılmıştır. Hâlık-ı Zülcemâl, hiçbir zaman abes bir iş yapmaz. Her varlık, Cenâb-ı Hakk’ı tesbih etmek için var edilmiştir. İşte dağlar da bunlardan sadece ve sadece bir tanesi.

Ahmet BOZKURT