İHLASLI OLMANIN ŞARTLARI

         Ben ihlaslıyım demekle ihlaslı olunmaz. Eğer ibadetlerimizde ihlası elde etmeye çalışıyorsak birtakım kurallara uymak mecburiyetindeyiz. Üstad Bediüzzaman Said Nursi (rh), ihlaslı olmak konusunda bizlere şu altın düsturları vermektedir:

             1.Amellerimizde Cenâb-ı Hakk’ın rızasını esas maksat yapmalıyız.

       2.Kur’an hizmetinde bulunan kardeşlerimizi tenkit etmemeli ve onlara karşı fazilet yönüyle üstünlük taslayıp gıpta damarını harekete geçirmemeliyiz.

             3.Bütün kuvvetimizi ihlaslı olmakta ve hakta (doğrulukta) bilmeliyiz.

         4.Kardeşlerimizin meziyetlerini (iyi) vasıflarını kendimizde ve faziletlerini yine kendimizdeymiş gibi düşünüp onların şerefleriyle şükür ederek övünmektir.

         Yukarıda ifade edilen ihlasın dört ana düsturuna uymamız nispetinde ihlasımız da o derece artacaktır. Bediüzzaman Hazretleri bu düsturların haricinde ihlası kazanmak ile ilgili olarak şu tavsiyelerde bulunur :

         1.İhlâsı kazanmanın ve muhafaza etmenin en büyük sebebi “Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çokça zikrediniz.” hadisini esas alarak ölümü düşünmektir. Yani gösterişten nefret ettiren ölümü düşünmek kişiyi ihlâslı olmaya yöneltecektir.

         Kur’an-ı Kerim’de:

     “ Muhakkak ki sen de öleceksin onlar da ölecekler.” hakikati, bizim ölümü düşünmemizi istemektedir.

        Tasavvufta olduğu gibi hayali olarak yıkanıp kabre konulup farzetmek yerine yani gelecekteki ölmüş vaziyetimizi şimdi düşünmek yerine şuanki zamandan gelecekteki ölmüş vaziyetimize fikren gitmek en uygun olanıdır. Hiç hayale faraza lüzum kalmadan, bu kısa ömür ağacımızın başındaki tek meyve olan kendi cenazemize bakabiliriz. Onunla yalnız kendi şahsımızın ölümünü gördüğümüz gibi, bir parça öbür tarafa gitsek dünyanın ölümünü de ( kıyameti de) görür, tam bir ihlası elde edebiliriz.

         2.Hakiki imanın kuvvetiyle ve her şeyi sanatlı bir şekilde meydana getiren Allah’ın bilinmesini netice veren varlıklardaki imani tefekkürden gelen parıltılarla bir nevi huzur kazanıp, Cenâb-ı Hakk’ın her yerde hâzır ve nâzır olduğunu düşünüp O’ndan başkasının yardımını aramayarak; bunun aksinin yapılmasının ise O’na karşı bir edepsizlik olduğunu düşünmekle o riyadan kurtulup ihlası kazanabiliriz.

            3.İnsan kendi vazifesini yapıp Cenâb-ı Hakk’ın vazifesine karışmamalı.

         Meşhurdur: Bir zamanlar İslam kahramanlarından ve Cengiz’in ordusunu birçok defa yenilgiye uğratmış, zafer elde etmiş olan Celâlettîn-i Harzemşah, savaşa giderken yardımcıları ve ona tabi olan halkı demişler :

              “Sen muzaffer olacaksın, Cenab-ı Hakk seni galip edecek.”

               O demiş :

         “Ben Allah’ın emriyle cihat yolunda hareket etmekle görevliyim. Cenâb-ı Hakk’ın vazifesine karışmam. Galip veya mağlup etmek O’nun vazifesidir. Ben O’nun işine karışmam.”

           İşte o zat bu teslimiyetin sırrını anlamakla, harika  bir surette savaşlardan hep galip olarak ayrılmıştır.

       İslami hizmetlerde bize düşen görev “Peygambere düşen ancak tebliğdir.” ayetini rehber edinmektir. İnsanlara kabul ettirmek Cenâb-ı Hakk’ın vazifesidir.

         “Eğer O razı olsa bütün dünya küsse hiç ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok. O razı olduktan ve kabul ettikten sonra, isterse ve hikmeti iktiza ederse, sizler istemek talebinde olmadığınız halde, halklara da kabul ettirir, onları da razı eder. Onun için bu hizmette, doğrudan doğruya yalnız Cenâb-ı Hakk’ın rızasını esas maksat yapmak gerektir.”  

          4.Benlik, enaniyet, şan ve şeref perdesi altında bir makam sahibi olmak düşüncesinden, öldürücü zehir gibi kaçınmak, hatta böyle bir durumu hissettirecek şeylerden bile şiddetli çekinmek gerekir. Zira enaniyeti güçlü olanlarda ihlas bulunmaz. Çünkü birbirine tamamen zıt olan şeylerdir. Bu bağlamda enaniyetten çekinmek luzumu vardır. Şan ve şeref peşinde koşmak da kişiyi ihlaslı olmaktan uzaklaştıracağı için kalben istenmemeli ki ihlas bozulmasın.

         5.Hırs, ihlası kırar, ahirete ait amellerimizi zedeler. Çünkü, bir takva ehlinin hırsı varsa, insanların kendisine teveccüh edip yönelmesini ister. İnsanların teveccühünü bekleyen kişi ise tam bir ihlası elde edemez.

         6.Manevi cihatta küçük mesele zannettiğimiz bir şey Cenab-ı Hakk’ın katında çok büyük olabilir. Madem herşey Cenâb-ı Hakk’ın rızasını kazanmak içindir, öyle ise o işin küçüğüne büyüğüne, kıymetli veya kıymetsizliğine bakılmaz. İhlas ve Cenâb-ı Hakk’ın rızası yolunda zerre miktar olan bir şey, yıldız gibi olur. Vesilenin mahiyetine (helal yolla olmak kaydıyla) bakılmaz, neticesine bakılır. Madem ki neticesi Cenâb-ı Hakk’ın rızasını kazanmaktır ve mayası da ihlastır; o küçük değildir, büyüktür.

Ahmet BOZKURT