GÜL GONCASI

        Taş ve toprak… Yeryüzünün halifesi olarak Cenâb-ı Hakk’ın emirlerini yerine getirmekle yükümlü olan biz insanoğlunun emrine verilmiş olan sayısız nimetler içerisinde sadece iki madde…

         “Celâl” isminin bariz bir şekilde tecelli ettiği taş, onun üzerinde de ne çok sert ne de çok yumuşak bir madde olan,”Celâl”, “Rahmân”, “Rahîm” isimlerinin açıkça tecellisini müşâhede ettiğimiz toprak parçası…

         Cenâb-ı Hakk “Her cemâl ve kemâl sahibi kendi cemâl ve kemâlini görmek ve başkalarına da göstermek ister” sırrınca, o toprak parçasından nice bitkiler çıkarır da onda hadsiz isimlerini tecelli ettirir… İşte gül goncası da o bitkilerin içerisinde nazenin çiçeklerden bir tanesi…

            Her şeyi eşsiz bir surette yaratan Allah (cc), bu nazenin gül goncasında “Fettâh” ismini ne güzel de tecelli ettirmekte… İlkbahar mevsimi geldiğinde bütün diğer çiçekler gibi, Cenâb-ı Hakk’ın bin bir Esmâ-i İlâhiyesini tecelli ettirmek için adeta o da bu yarışa katılmış gibi… Çünkü, görüyoruz ki Rahman olan Allah’ın şefkatinin timsali olan toprakta adeta bir bebek gibi beslenmekte ve yetiştirilmektedir…

            Toprağa atılan bir gül tohumu, diğer tohumlar gibi toprak altına atıldıktan sonra, nereye gittiğini, niye gittiğini, ne yapması gerektiğini bilmeyen ve nereye çevirsen o tarafa doğru akıp gitmekte olan bir su ile sulandıktan sonra bahar mevsiminde gel, bak… Nasıl da “Fettâh”, “Hayy”, “Kayyum”, “Hakîm”, “Kadîr”, “Musavvir”, “Cemîl” vb. isimlerin tecelli ettiğini kendi gözlerinle gör ve de tefekkür et…

            Bak, işte toprak altından bir yeşil yaprak çıkıverdi gün ışığına, Cenab-ı Hakk’ı tesbih etmek için… O filizcik, ya Fettâh, ya Fettâh diyerek suretinin açılması için yüce Allah’a gece gündüz demeyip dua ediyordu. Duası kabul olunmuş ki işte senin de gördüğün gibi gün ışığına çıkıp, yapraklarını açarak bizlere kendisini sergiliyor. Bana bak, diyor. Benimle yüce yaratıcıyı tanıyabilirsin, diyor adeta… Biz de kendimizi o güzele bakmaktan alamıyoruz. Ona baktığımızda onun canlı olduğunu, ayakta durduğunu, güzel bir deseni olduğunu, belirli bir hikmetle yapıldığını, hiçbir kusurunun olmadığını… Acizane müşahede ediyoruz, hemencecik.

        Gül goncası bu tefekkürümüzü hemencecik kesip, lisân-ı haliyle bize diyor ki: “Bana benim hesabımla değil, beni yaratıp bana bu sureti veren Allah (c.c.) namına bak. Çünkü, bütün bunları yapan ben değilim. Benim hiçbir güç ve kudretim yok. Yeryüzünün her tarafında bulunmakta olan benim diğer emsallerim de aynı gerçeği dile getiriyor. İstersen onları da dinle bak ne diyecekler…

            El-hâsıl, beni yaratan kim ise dünyanın en ücra köşesindeki emsallerimi de o yaratmıştır, başka olamaz. Çünkü turramız bir.

            “Sikkemiz bir, turramız bir, Rabb’imize musahharız,

            Müsebbihiz, zikrederiz âbidâne.”

          İşte, ya Fettâh ya Fettâh diye zikreden o gül goncası daha da büyüdü. Bak işte “Fettâh” ismi meyve vermeye başladı. Bir tomurcuk ortaya çıktı. Bak sanki bir şeyler oluyor, Fettâh ismi meyve veriyor. Artık o gülün tomurcuğu büyüdü, büyüdü de yapraklarını birer birer açtı, etrafa mis gibi kokular yaymaya başladı. Kendisine bakanları, o güzelliğiyle adeta büyüledi. Kokusuyla nefisleri mest etti. Sarhoş olmuşçasına seyretmeye doyamayanlar, onun güzelliğinden yaratanın güzelliğini farkettiler ve Allah’ı buldular.

Ahmet BOZKURT