İMANDAKİ KUVVET

           Mü'min bir kimsenin iman etmesi gereken hususların en başında, iman esaslarında da belirtildiği üzere Allah'a (cc) iman, iman mertebelerinin en yükseğinde yer alır. Daha sonra meleklere, kitaplara, peygamberlere... vs. şeklinde sıralanır.

        Aslına bakılırsa, Allah'ın (cc) varlığına iman etmiş bir kimse, yukarıda zikrettiğimiz şeylere de haliyle iman etmek zorundadır. Çünkü Allah'a iman, onlara da iman etmeyi istilzam eder. Yani, Yüce Yaratıcının varlığını inkar eden bir kişi için zaten melekten, peygamberlerden vs. söz etmek mümkün değildir. Bunlar Allah (cc) ile kaimdir.

        İman, şu müzeyyen kâinatı abesiyetten, çirkinlikten kurtaran bir nur lambası gibidir. Çünkü, saniyede 60.000 km hızla genişleyen şu kainat sarayımızın Bânî'inin ve Sâni’inin olmadığını düşünmek, karanlığı delip geçen ve etrafı aydınlatan nur lambalarının şalterine dokunarak söndürmek gibidir. Nasıl ki karanlıkta, varlıklar olmasına rağmen varlıkların görünmeyişi bir manasızlık ifade ediyorsa, Allah'a (cc) iman etmeksizin düşünülen kâinat da bir mana ifade etmez. Onun içindir ki, kâinatın yaratıcısını inkar edenlerin nazarında şu evrenimiz başıboş bir hareketten ibarettir. Allah'a iman olmadığından direkt olarak mana-i ismiyle eşyaya bakmışlar. Mesela, güneşimiz için demişler: "Güneş, bir kütle-i azîme-i nâriye-i mâiyedir." Yani, güneş büyük bir ateş kütlesidir. Güneşe güneş hesabına bakmışlar. Halbuki, güneşe Allah (cc) namına bakılsa, şu gökkubbemizi bizim için aydınlatan bir lamba, dünyamızı ısıtan bir soba olarak karşımıza çıkar.

        İman, "şems-i ezelî'den vicdânı beşere ihsan edilmiş bir nur ve şuadır ki, vicdanın iç yüzünü tamamıyla ışıklandırır ve bu sayede bütün kâinat ile bir ünsiyet, bir emniyet peyda olur ve herşeyle kesb-i muârefe eder ve insanın kalbinde öyle bir kuvve-i mâneviye husûle gelir ki insan o kuvvet ile her musîbete, her hâdiseye karşı mukâvemet edebilir ve öyle bir vüs'at ve genişlik verir ki, insan o vüs'at ile geçmiş ve gelecek zamanları yutabilir."

        İşte "iman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakiki imanı elde eden adam kâinâta meydan okuyabilir. Ve imanın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyîkâtından kurtulabilir."

        İnsan, şu alemdeki her varlığın emr-i ilâhi ile hareket ettiğine inanırsa, akıl hafsalasının bile almadığı bu acip hadiseler birden bire bir suhûlet peyda eder. "tevekkültü alellah" demekle de bütün manevi ağırlıklarını omuzundan indirmiş olur.

            Nur-u iman sahibi bir kimse şu kâinâtı, Cenab-ı Hakk'ın esmâ-i ilâhiye'sinin tecellîgâhı olduğunu düşünerek ondan manevi bir zevk alır. Allah'a iman sayesinde, o varlık üzerinde Cenab-ı Hakk'ın (cc) isimlerinin tecellilerini görüp onları rahatlıkla okuyabilir. Ama iman sahibi olmayan bir kişi şu kainatımızdaki meydana gelen her hadiseden korkar, titrer. Onun nazarında herşey başıboş, gayesiz, hedefsiz olarak hareket ettikleri için her an bir kıyameti koparabileceğini düşünerek dehşet içerisinde hayatını geçirir. Ahirete de iman etmediği için, hergün gözünün önünde binlerce, milyonlarca vefiyatları da görüp, onların toprak altına girerek yok olduğunu müşahede etmesi, hayatını daha da çekilmez bir hale getirmektedir. Düşünmemek için de, en son çare olarak, hayatını sarhoşlukta ve gafletle geçirmekte bulur.

            İşte "iman, insanı insan eder, belki insanı sultan eder. Öyle ise insanın vazife-i asliyesi iman ve duadır. Küfür, insanı gayet aciz bir canavar hayvan eder. "

Ahmet BOZKURT