NUR VE ZULMET
Şu görmüş olduğumuz varlıklar “Sultan-ı Ezelî’nin kudretiyle, yokluk karanlıklarından ziyâdar varlıklar alemine çıkarılan mahlûklardır”. O’nun “Nur” isminin tecelli etmesiyle de o mahlûkat gün ışığına çıkmaktadır.
Aydınlık… “Nur” isminin bu fizikî alemde tezahür etmiş hali… Bu öyle bir tezahür ki: Zulmeti paramparça edip, ortadan kaldırarak esmâ-i ilâhiye’nin biz insanlar tarafından okunmasını sağlamaktadır.
Zulmet… Zifiri karanlık olarak tanımlayabileceğimiz bir hal. Dünya kuralıdan bu zamanımıza dek böyle bir zulmetin her tarafa çöktüğünü bir an olsun tahayyül etmiş olalım, o hissettiğimiz fakat göremediğimiz varlıkların üzerlerindeki nukûş-u esmâ-i ilâhiye’yi nasıl görebilecektik? Bizi yaratan Kadîr-i Zü’lcelâl’in hârika sanatlarından kendisini nasıl tanıyabilecektik? Sanatkâr, sanatının başkaları tarafından seyredilmesinden nasıl ki memnun olur. Aynen onun gibi, Cenâb-ı Hakk da mahlûkatını binbir esmâ-i ilâhiye’siyle tezyin ederek, biz insanların enzarına, zulmeti delip geçen “Nur” ismini tecelli ettirerek ortaya çıkarmaktadır. Hikmeti bunun böyle olmasını gerektirmektedir. Yoksa, çok abes bir şey olurdu. Cenâb-ı Hakk (cc), abes hiçbir iş yapmaz, her şeyi belirli bir hikmete binaen yapar.
Dünyaca ün kazanmış bir ressamın sergi açtığını düşünelim.. Sergiye ağır misafirlerin geldiği bir hengâmda elektriklerin kesilip karanlıkta kaldıklarını tahayyül edelim. Acaba, sergiyi ziyaret edenler o karanlıkta resimlerin üzerindeki renklerin cümbüşiyetini ve ondaki güzellikleri görebilirler mi, ressamını takdir ve tebrik edebilirler mi? Aynen öyle de Sâni-i Zü’lcelâl de varlıklardaki tezyînâtı ve nakışları bizlere göstermek için dünyamızın lambası hükmünde olan güneşi takarak bizlere tekvînî ayetlerini müşâhede etmemizi sağlamıştır.
Aklımıza, bir de halen karanlıklar içerisinde bulunmakta olan harikalıkların niçin var olduğu sorusu geliyor. Peki, bizler o karanlıklar içerisindeki varlıkları görüp, üzerindeki nukûş-u esmâ-i ilâhiye’yi nasıl okuyacaktık. Buna güç getirebilir miydik? Mesela, 100.000 ışık yılı ötedeki bir gök ismindeki veya bize en yakın olarak kabul edilen “Andromeda” galaksisindeki harikalıkları her şeyiyle detaylıca bizim bu yeryüzünden görebilmemiz ne kadar mümkün olabilirki? Ya toprak altındaki harikalıklara ne demeli. Bütün bunlar niçin var, neden var edilmişlerdir? Bunlar üzerinde, insan olarak hepimizin iyice tefekkür etmesi gerekir, diye düşünüyorum.
Madem ki, hiçbir şey boşuboşuna meydana getirilmemiştir. Nasıl ki, icad edilen en ufak bir şeyin bile bir gayeye mâtuf olduğu herkes tarafından bilinen bir realitedir. Öyle de, kâinat mescid-i kebîrinde birer meczup mevlevi gibi dönen ve farklı farklı hızlarla hareket eden seyyal yıldız saraylarındaki harika zînetleri müşâhede edecek varlıkların bulunması mutlaktır, zorunludur. Yoksa, o sarayların bir manası kalmaz. Bunun için oralardaki varlıklar üzerindeki Cenab-ı Hakk’ın esmâ-i ilâhiyesinin tecellilerini seyredecek meleklerin ve ruhani varlıkların bulunması gerekir. Çünkü, insanoğlunun oralara gidebilecek şimdilik ne bir gücü ne de bir kudreti bulunmaktadır.
Karanlık denilince hemen karamsarlığa da kapılmamamız gerekir. Çünkü, kainatta karanlığın, zulmetin bulunması yine Cenâb-ı Hakk’ın (cc) isimlerine dayanmaktadır. Kainattaki tüm güzellikler “Cemâl” ismine, nizam ve intizam “Münazzım” ismine, aydınlık “Nur” ismine… vb. dayanıyorsa, karanlık de yine O’nun bir ismine dayanmaktadır.
Aslına bakılırsa kâinatta en fazla zulmet hakimdir. Hatta şu yerküremizde de zulmet hakimdir. Çünkü, yerin altı daima zulmet içerisinde. Nebâtât ve hayvanât taifelerinin batınlarına, içlerine dikkat edelim. Orada, esmâ-i hüsna sahibinin “Alîm”, “Hakîm”, “Kadîr”, “Müsavvir”, “Adl” gibi İsimleri karanlıklar içerisinde işlemektedir. Bizler ise sadece, onların tezâhürlerini “Nur” ism-i celâlinin tecellisiyle görebilmekteyiz. İşte isimlerin düşündürdükleri…
“Nur” ve “Zulmet” in bir arada bulunduğunu müşahede ederek Kadîr-i Zülcelâl’in ne kadar da her şeye gücü yeten olduğunu bir kez daha akıl gözümüzle görerek hayretimiz daha da artmış oldu.
Ey Rabbim! Seni daha yakından tanıyabilmemiz için hayretimizi artır. Amin.
Ahmet Bozkurt